Bilmiyormuşum sessizliğin hayatımda ne kadar büyük bir değer olmaya başladığını. Aslında biliyordum da bu kadar önemli olduğunu fark etmem acıklı oldu. Bodrum’a ayak basar basmaz uğradığım ses bombardımanına dayanamadım, ağlamak istedim, sarsıldım. Gündüzden geceye bitmeyen bir müzik, basın kalbimde atması, müzik sesinin her dakika daha da artması gerçekten dayanılmaz geldi. Bir yandan üzüntü, bir yandan hayal kırıklığı ve bir yandan da içimde büyüyen haksızlık feryatları. Kafamda hep aynı soru: bu yaz nasıl geçecek? Verdiğim cevap da belli, böyle geçecek ve çok mutsuz olacağım. Yoldan gelince beden yorgun, zihin dolu, ruh İstanbullu olunca bazı şeylerin fazla ya da az olması bayağı bir etki yapıyor insana. Ben de etkilendim çokça.
Şimdi durdum geceyi dinliyorum, o gün gibi değil hava. Sakin diyemem ama o gün ile karşılaştırıldığında enfes bir gece. Ses tabi ki var her yerden gelen ama rahatsız etmeyen cinsten, gecede karışıp giden türden. Bu sessizlik içindeki sesleri dinlerken düşündüm sessizliği, sessiz sessiz.
Ben sessizliği severim, hatta bayağı hiç ses olmamasını. Tabi bu biraz da zorlayıcı bir durum olur benim için, çünkü sessizlik içinde her ses bana kocaman ses olmaya da başlayabilir. Bembeyaz bir elbisede ufacık bir damla kahve lekesi gibi, ya da dişimin arasına kaçan küçücük bir et parçası gibi. Bir şekilde beni rahatsız eder. Ben saat tık tık sesini de istemem. Yıllar içinde aslında bu sese dayanıksızlığımla arkadaş olmaya çalıştım, fena da değilim. Çevremde kontrol edebileceğim sesler var ise kontrol ederim, yok benim dışımda hayat ses yapıyorsa tamam derim bırakırım kendimi akışa. Böyle gelir geçer durum.
Ortamlardaki sessizlikler de benim için normaldir, her zaman konuşulmasını beklemem. Hele yolculuk yapıyorsam susmak bana çok daha cazip gelir, zaten içine dönmek gibidir her yolculuk benim için. Kendi sessizliğimde düşünür, konumlandırır, planlar, kurar, bozarım. Kimseye hesap vermemek de büyük keyiftir tabi. O yüzden yalnız değilken de sessiz kalabilirim, konuşmadan durabilirim, konuşulanları da dinleyebilirim. Ama tabi ki bazen coştuğum, kendimi ortalara attığım, çok konuştuğum, her lafa atladığım da olmaz mı, olur tabi. İnsanız hepimizin kendimizi başkaları tarafından görülmesine, ilgilenilmesine, onaylanmasına ihtiyacı olabiliyor. O zamanlar da fark ederim coşkunluğumu ve tadını çıkarırım bu şamatacı, sesli halimin.
Her sessizlikte kendimde bulacağım bir şey var gibi gelir bana. Ya o ana odaklanmak, ya nefes almak, ya bedenimi dinlendirmek ya da bir adım sonrasını tasarlamak için moladır bana sessizlik. Sessizlik demek benim zamanımın başlaması demek bir anlamda. Kendimi dinlemek, kendimi düşünmek, kendimi tasarlamak. Ne hoş anlardır onlar. İç sesimi severim ezelden, hep iyidir bana karşı. Kendini seven bir iç ses benimkisi. Fazla da konuşmayan ayrıca, konuşunca da bir o kadar gerçekçi ve destekleyici olan.
Sessizlik anlarında neyi seçeceğime ben karar veririm. Konuşmak kadar değerlidir sessizlik anları. Bazen müziği bile kapatırım, bir şey dikkatimi dağıtmasın diye. Sanırım o anlar en çok dinlendiğim ve kendimi dingin, huzurlu hissettiğim zamanlar. Sessizlik deyince içimin de sessiz olmasından bahsediyorum, içimin de gürültü yapmamasından, dikkat dağıtmamasından, beni zorlamamasından. Belki de o anda asılı kalmaktan biraz da bahsediyorum, anın içinde kalmaktan, kalmaktan, olmaktan. Bu anları hayatımda ne kadar çoğaltırsam o kadar iyi hissediyorum aslında. Bazen kalabalık bir metroda bile içimdeki sessizliğe odaklanıp çevreye bakabiliyorum. O zaman dışarıdaki ses ne olursa olsun bana fotoğraf çektirirken arkadaki manzara gibi gelebiliyor.
Ne mi öğrendim? Hayata karşı toleransım, tahammülüm düşebiliyor, böyle zamanlarda her şey daha da kötüymüş gibi hissettirebiliyor ve bu çok mutsuz ediyor. Ne mi öğrendim ben? Böyle zamanlarda içimdeki o sessizliği hatırlamayı, o sessizlikten güç almak için belki de biraz geri çekilmeyi ve geçecek demeyi. Bildiğimi sandığım ama kolayca unuttuğum bir çok şey gibi. Çalışıyorum, çalışıyorum ama sınav zamanında bazen aklıma gelmiyor:=)
3 July 2017
Zeynep Balcı