Hayatıma şöyle alıcı gözüyle baktığımda hem kendimin, hem de çevremdeki kişilerin hayatlarında, yüreklerinde, düşüncelerinde, yaptıkları işlerde, ilişkilerinde, aile yaşantılarında inişler ve çıkışların olduğunu görmek hiç de zor değil. İniş çıkış derken kastettiğim kavram oldukça göreceli aslında…Bazen yanlışlıkla elimizi kesmek bile tüm günümüzü büyük bir acı ve üzüntü ile doldurururken, bazen bir cenazeye katılıp ardından hiçbir şey olmamış gibi sıradan bir gün geçirebiliyoruz. Ya da birine sinirlendiğimizde ve tepkimizi sert bir şekilde dile getirdikten sonra “hak etti, bu ne küstahlık” derken, biri attığımız mesaja geri dönmediğinde çok üzülebiliyoruz ya da kaygılanabiliyoruz. Yaşadığımız olay ve durumların sonucunda hissettiklerimizin ayarı, yoğunluğu, önemi ve değeri sanki her geçen gün daha da zor anlaşılıyor. Ya da ben bazen anlamakta zorlanıyorum diyelim… Diyeceğim o ki; sanki her günü diğerine ekleye ekleye, gittikçe ağırlaşan bir gündemle yaşıyoruz.
Ve yaşam her geçen gün omuzlarımıza farklı yükler bindiriyor ve bunu farkında olmasak da bizim iznimizle yapıyor. Ben bu durumlara isyan eden bir bünyeye sahibim ve isyanım hayatı anbean yaşama isteğimden kaynaklanıyor. Bu durum için benim çözümüm bu ağırlıkları taşımak yerine bırakmak, yani anda kalarak geçmişin dertlerinden, geleceğin belirsizliğinden arınmak.
Anı yaşama konusunda önceliğim ve isteğim her zaman vardı. Günümüzde bunu sürdürmek kolay olmasa da hepimizin bunu yapabileceğine dair inancım tam. Bu yaşam tarzını anlattığını düşündüğüm Uzak Doğu’dan bir Zen ustasının hikayesini sizinle paylaşmak isterim:
Ormanda kaplanlar tarafındna kovalanan bir zen ustası, sonunda bir uçurumun kenarına kadar gelir. Kaplanların ona yetişmesine çok az bir mesafe kalmıştır. Usta uçurumun kenarından aşağıya sarkan bir sarmaşık görür ve hemen ona tutunarak kendini aşağıya doğru bırakır. Fakat tam o sırada aşağıda da başka bir kaplan olduğunu fark eder ve tutunduğu sarmaşığın kökünü de iki kır faresi kıtır kıtır kemirmeye başlamıştır.
Zen ustası o sırada çok güzel, kıpkırmızı bir dağ çileği görür. Bir eliyle sarmaşığı tutarken diğer eliyle uzanarak çileği alır ve yerken onun hayatında yediği en güzel ve lezzetli çilek olduğunu düşünür.
Biri uçurumun başında ve diğeri dibinde iki kaplan ve tutunduğu sarmaşığı kemirmekte olan iki kır faresine rağmen usta, çileğin tadına bakmayı seçti ve müthiş lezzetinin farkına vardı… Hikayeye göre Zen ustası en zorlu anında bile şimdiyi, o anı yaşamaya öncelik verebilmiş, o anın içindeki her şeyi fark edebilmiş.
Peki ya biz, biz ne yapıyoruz? Eğer hayatlarımız bu kaçış ve kovalayış ise, nelerden kaçıyoruz, nereye kaçıyoruz, ne olmasını bekliyoruz ve hikayedeki çilek neyi ve kimi temsil ediyor?
Ben bu konuları çok önemseyen ve çilekleri de çok seven biriyim. Her zaman değil ama çoğunlukla beni kovalayana, “dur biraz, ben çilek yiyeceğim” bile diyebilmişliğim vardır.
Olaylar, dertler, tasalar, olumsuzluklar bizleri kovalıyor gibi görünse de aslında onları bizler peşimize takıyoruz. Bazen onlara gerekenden daha fazla önem veriyoruz, bazen de onların bizimle ilgilenmesini sağlayacak sorular sorup iştahlarını kabartıyoruz. Her anımızı onlara bırakıp, daha da güçlenmelerini, detaylanmalarını ve bizim için anlamlı hale gelmelerini sağlıyoruz.
Yapmıyor muyuz? Tabi ki yapıyoruz. Hem de istisnasız hepimiz yapıyoruz.
“Keşke, keşke ve keşkelerle dolu, ” “nasıl olacak”, “ya olmazsa”, “olmayacak sanki” türü düşüncelerle çevrili hayatlarımızdaki bu endişe içeren sorular yerlerini “Şimdi ne yapabilirim?”e bırakmadıkça kaplanlar kovalamaya ve fareler kemirmeye devam edecek.
Gelin kaplanları da, fareleri de bir kenara bırakalım ve çileklere odaklanalım. Geçmişe ve geleceğe o kadar çok enerji harcamak yerine şimdide kalalım. Şimdide, tam da şu anda hayatımızdaki çilekler neler olabilir keşfetmeye çıkalım.
Önce sahip olduğunuz neler var onları bir düşünün. Güçlü yanlarınız, başardıklarınız, sahip olduklarınız ve hissettiğiniz olumlu duygular neler bir bakın bakalım. Özgüven dediğimiz, özümüze güvenme bir his ise, bu hissi yaratan bir de düşünce olmalı. Bu böyle ise şimdiye odaklanıp kendi özümüze güvenmeyi seçtiğimizde tüm sorunlarla mücadele etmek için hazırız demektir.
Çilekler her yerde, bir çay belki, belki bir gülümseme, bazen de birisiyle bir kucaklaşma. Çilek; taktığımız bir kolyeyi ellerimizin içine alıp gülümsemek, yediğimiz yemeğin tadını almak, okuduğumuz bir cümlede kendimizi bulmak olabilir. Şu ana odaklandığımız zaman, çevremizde bizi saran zorlayıcı ya da keyifli her ne var ise, onu olduğu gibi kabul edip, içinden kendimize iyi geleni seçme gücü hepimizin içinde mevcut.
Mesela ben şimdi kendime güzel bir çay yapacağım ve fincanı ellerimin arasına alıp, penceremden gördüğüm ağaçları seyredeceğim biraz. Kovalayan bir çok iş varken bunu seçmenin keyfini alarak bunu sonuna kadar deneyimleyip, sonra tekrar işimin başına geçeceğim.
Haydi siz de bir çay, bir kahve, belki kısa bir yürüyüş, size iyi gelecek ne varsa onu yapın. Merak etmeyin sonralar/işler sizi beklemeye devam edecek.
Anda kalmaya, kaplanları yönetmeye ve çileklerin tadına bakmaya hazırsanız emin olun onlar da size bu keyifli zamanları yaşatmaya hazır.
19 November 2017